İçerik şu dünyada hakkında en çok konuşulan, tüm reklam stratejilerinin kendisine sıcak yuva bulduğu, irili ufaklı tüm markaların “Bunda bir iş var”ın çok ötesine geçip “İşler ne durumda, evet şimdi ne yapıyoruz?” aşamasına geldiği bir “şey”. Hakikaten “içerik” ne? Yere, kişiye, zamana, sektöre, markaya göre algı kapılarından içeri giren her şey belki. Bize içeriğin resmini yapabilir misin Abidin?
Aşk gibi, sevda gibi dünyanın en herkesi ilgilendiren konularından biri olmayı başarmış içerik pazarlaması ya da içerik stratejisi ile ilgili tabii ki her kafadan bir ses çıkıyor. (Abarttık tabii de ama bakın ne kadar önemli çünkü.) Çıksın tabii, çok şükür içerik hala sizbizimtekelleştiremediklerdenmisiniz’lerin arasında yer alıyor. İçerikle ilgili paylaşılan yazıların şunu yapın, bunu yapmayın diye, elinde 51 ekran televizyon anteninden bozma sopamsı bir şeyle baskı kuran yazarlarından fenalık geldi. Ama tabii insan boş durmuyor, kendini geliştiriyor. Aynı mantıkta ve yeteneksizlikte; fakat farklı formatlara bürünmüş içerik yazarları da gün geçmiyor ki internete düşmesin.
Daha çok SEO amacıyla “İçerik pazarlamasının bilmem neleri, içerik pazarlamasında şunu yapın, bunu yapmayın, içerik stratejisinde şunları yaparsanız Google’ın baş tacısınız” tarzındaki yazılara çok sık rastlıyoruz. Bu yazılar mevzuya tamamen yabancı olanlar için faydalı birer kaynak olabilir ama o kadar çok ve aynılar ki artık birbirlerine kaynak yapmaktan başka bir işe yaramamaya başladılar.
Özgün içeriğin anlam ve öneminden bahseden yazıların özgün olmaması durumu çok acıklı. Çünkü bir bahsedersin, iki bahsedersin ama bir de bahsettiğin şeyi uygulasan artık diyesi geliyor insanın. Sadece demekle kalmadık, isyan ettik ve yazdık işte biz de böyle.
Victor Hugo, “Bana yağmuru anlatma, yağ!” demiş, devlet büyüklerinden milyon kat daha büyük bir yazar olarak haliyle aklımıza geldi. Amacımız alıntılar yaparak hikmetli laflar etmek değil. Ama yani anlattığın kadar olmasa bile arada bir biraz yağ bari! Böyle çok kurak ve verimsiz oluyor!
Aklımıza bir şey daha geldi, onu da hemen yazalım. Şimdi sanattan bahsedip sonra dallanıp budaklanacağız. Sanat; uyandırdıklarıyla, açtığı kafayla, “Burada başka bir şey var”ı gösterdikleriyle kendi başına bir büyüdür. Bu büyüye kayıtsız kalamayanları üç insan tipiyle genellersek (Nietzsche’den özür dileyerek) birinci gruba sanat severleri, ikinci gruba sanatçıları, üçüncü gruba da sanat sevicileri dahil edebiliriz. Sanatçı kimdir, sanat nedir mevzularına girmiyoruz, orası başka bir alan. Yeteneksiz olabilirsin, yeteneği takdir ve takip edebilirsin, bunda sorun yok. Et hatta zaten. Sev sanatı. Ama sanatın yakasından düşmeyen, gerek kuramsal gerek katılım anlamında hiçbir şey yapmayıp bir de sanatı sömüren sanat seviciler var ki bunları özgün içerik hakkında bıdı bıdı konuşup-ki o da oradan buradan arak- kendine ya da sitesine ziyaretçi çekme ve onların sırtından kötü kalpli bankerler gibi para kazanmaya çalışanlara benzetiyoruz.
Çünkü bazen fena benzetmek gerekiyor. Anlaşıldıysa tamam.