Sürrealizmin soyut kanadında kendine özgü kuşlarıyla uçan Katalan ressam ve heykeltıraş Joan Miró’nun eserleri Sakıp Sabancı Müzesi’nde “Joan Miró. Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar” ismiyle serili bir halde. Sergi 1 Şubat’a kadar devam edecekmiş, ilgilenenlere ve bu tür şeylerle hiç ilgisi olmayanlara duyurulur (Bu şekilde çok büyük bir kesime hitap ettik, bunu ilk başta biz de tahmin etmemiştik).
Bu yazının amacı Miró Sergisi’ni duyurmaktan öte, sergi gezilip görülürken kulaklara dolanlar hakkındaki içerlemelerdir. Devam edelim: Miró Sergisi için Sakıp Sabancı Müzesi’nden içeri giriyorsunuz, galeriyi rahatça gezebilmek için vestiyere çantanızı bırakıyorsunuz, girişte size bazı eserler hakkında bilgilerin verileceği kulaklıkları küçük bir ücretle sunan görevlilerden kimlik kağıdınızı depozito karşılığında bırakarak alıyorsunuz. Seversiniz ya da sevmezsiniz ama sürrealizmin en önemli isimlerinden biri olan Miró’nun eserlerini görme mutluluğunuzun başlangıç aşamaları için bu bilgileri de verelim istedik, ambiyans tam olsun.
Sergiyi gezmeye başlıyorsunuz, her şey yolunda. Kulaklık almamış olanlar bazı eserlerin önünde kulaklığıyla daha uzun kalanlara inceden bir merakla ve “Acaba neler anlatıyor?” diye düşünerek bakıyorlar. Hah işte, asıl konuya şimdi geldik. Sergimizde böyle de bir hizmet var, kulaklık alanlara daha fazla bilgi vermeliyiz düşüncesinden yola çıkılıp lafı uzatan, aynı şeyleri farklı kelimelerle allayıp pullayarak ifade eden cümleler doldu kulaklarımıza. Mesela her büyük boyutlu tablo önüne geldiğinizde, “Miró büyük bir atölyenin hayalini hep kurmuştu. Sonunda da bu hayali gerçek oldu.” tarzında yapılan açıklamalar bir yerden sonra bayıyor insanı. “E ne yapalım yani, mevzu bu çünkü” diye düşünüyorsanız tabloyla ya da heykelle ilgili yapılan açıklamaların yeterli olacağını söyleyebiliriz. Sırf süreyi uzatmak için bu tür ifadelerin evire çevire kullanıldığını düşünüyor insan. Nasıl oluyor bu işlerin anlaşmaları mesela, şu kadar süre kayıt yapılmalı falan gibi mi? Bizdeki şey gibi, “Şu kadar sayıda anahtar kelime geçmeli metnin içinde, yoksa Google beğenmez” mantığı sanki.
Başka bir handikap ise kulaklıktan dinlediğiniz sesin tonuyla içeriğin uyumsuzluğu. Kulaklıkta size laf anlatan beyefendi vurucu bir tonla ve heyecan uyandırarak şöyle bir bilgi veriyor mesela: “Miró bu işinde oldukça sıra dışı bir malzeme kullanmıştır.” Allah Allah diyorsunuz, ben şu an o malzemenin önündeyim ve o sıra dışı malzeme de çuval bezi diye düşünürken beyefendi bomba bir açıklama yaparcasına “Çuval bezi!” diyor. Tamam da 1974 yılında çuval bezinin tuval niyetine kullanılması sıra dışı bir şey değil. Marcel Duchamp’ın bir pisuarı takma isimle galeriye gönderip “Sanat nedir?, sanatçı kimdir, sanat piyasası ne iş?” sorularını gayet sıra dışı bir yöntemle ve gerçek anlamda bir skandal yaratarak sordurduğu yıl 1917, sen hangi çuval bezinden bahsediyorsun?
Buradaki amaç şu: Bakın Miró ne kadar da büyük bir sanatçı, hadi büyülenin. Burada konu Miró’nun büyük bir sanatçı olup olmadığı değil; çocuk kandırır gibi etkileyici(!) bir ses tonuyla, Miró’nun o zamana kadar yapılmamış bir şeyi yapmışçasına lanse edilmesidir. Miró’nun kötü bir şekilde pazarlanmasıdır yani ki Miró Miró zaten, böyle bir şeye ihtiyacı mı var? Hani evet Miró farklı malzemeleri kullanmayı, denemeler yapmayı seviyordu de bitir orada. Kraldan çok kralcılık yapma.
Kısacası Miró Sergi’sinden Miró dışında, Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki kulaklıklardan yayılan yüzeysel ve satış mantığındaki açıklamalar da kaldı bizde. Çok içimizde kalıp sıkıntı yaratmasın diye de yazalım dedik, yazdık.