Malum son dönemde her şeyin organiği makbul; tavuğun, portakalın, ıspanağın… Pek tabii içeriğin de öyle. Sosyal medyada “skor” rakamlara ulaşan “fenomen” içeriklerin gerçek hayatta karşılık bulduğu (yani doğru ve nitelikli bilgi verdiği) güne dek; karşılaştığınız tüm içeriklerin gerçekliğini sorgulamaya devam edin. En önemlisi, web sitesi trafikleriniz için bu içerikleri bir seçenek olmaktan çıkarın. Evet, sosyal medya mecraları – özellikle Facebook- web sitenize trafik sağlayan en önemli köprülerden biri olabilir. Geçişler ucuz, fakat bu köprüden geçen herkes ne yazık ki geçiş ücretini ödemiyor. Yani, web sitenize yönelen trafik, aslında gerçekten ihtiyaç duyduğunuz trafik olmayabiliyor. Bu noktada temel soru: “İçerikleriniz ya da reklamlarınız gerçekten doğru kitleye ulaşıyor mu?” Sosyal medya iyi bir besin kaynağı ancak tıka basa yemeden önce bir bardak su içmez miyiz?
Etkileşim kalbin aynası
Hepimizin her gün birçok kez maruz kaldığı “yem” gönderiler, bazen bile istene bazen sırf meraktan “tık”lanıyor. Münir Ozkul’u ya da Shaggy’yi defalarca toprağa gömen bu ve benzeri yemler birleşiyor ve marka için bir “hiç” imparatorluğu yaratıyor (zayıflama çaylarıyla ilgili konuşmak istemiyoruz). Çünkü ne tüketiciye sunulan içerik ne de sunulan içerikle iletişime geçen tüketici gerçek bir amaç taşıyor. Geriye ise 5 ya da 10 haneli, kağıt üzerinde ya da Excel ekranında güzel duran rakamlar kalıyor. Kullanıcı motivasyonlarını hiçe sayan bu ezberci tavır, diğer yandan yine kullanıcının markaya olan güvenini sarsıyor. Bunu ortadan kaldırmak içinse hedefiniz, arama çubuğunda yer almak, yani kullanıcının aradığı sihirli kelimeleri yan yana koyan organik içerikler yaratmak. Temelde bahsettiğimiz kullanıcının istekleriyle örtüşen, doğru anahtar kelimelere odaklanan ve internet deryasında öne çıkacak türde içerikler.
Akıntıya kapılmadan, aheste aheste
Evet, sosyal medya uçsuz bucaksız bir derya ve içinde milyonlarca “balık” var. Peki bu balıklar burada kendi keyifleri için mi yüzüyor yoksa atılacak “ucuz” yemlere kanmak için mi? Kullanıcılara marka harici sunulan içerikler (aile – akraba fotoğrafları, ünlü sanatçılara ait videolar vb.) onların sosyal medyadaki temel motivasyonunu oluşturuyor. Eğitici, öğretici ya da yönlendirici içerikler ise onlar için televizyondaki reklamlardan farksız gibi görünüyor. Biz yine de tek bir farktan söz edebiliriz, kullanıcı burada dilediği anda, tek bir hareketle “reklamlardan” yani kendi için ilgisiz içeriklerden tek bir hareketle kurtulabilir. Zayıf halka olmamak için parolamız yine aynı: “Kullanıcının ilgi alanına hitap eden içerikler”.
Burası salı pazarı değil, Taksim meydanı hiç değil
Facebook ya da Instagram hesabınızın olması, bir marka olarak istediğiniz gibi at koşturabileceğiniz anlamına gelmiyor. Aksine, her adımınızı dikkatli ve istikrarlı atmanızı mecbur kılıyor. Yani burası bir içerik outlet’i değil. Sakin oluyoruz, indirim ve kampanyalarımızı yavaşça yere bırakıyoruz – daha sonra sakince kullanmak üzere tabii… O yüzden ne yapıyoruz? İçeriklerimizi “yayınlamak” yerine “desteklemek” yoluna gidiyoruz. Bu desteği, o içeriği en kaliteli şekilde hazırladıktan sonra, gerekli mecralarda, ilgili hedef kitleye ulaşacak şekilde ve tabii ki reklam eli uzatarak sağlıyoruz.
Veda ederken, veda etmemeniz gereken minik uyarılar:
- Sosyal medya mecraları, ana mecranız değildir, yalnızca paylaşım platformlarınız olarak kalmalıdır. Ana mecranız olan web sitenizde, kullanıcı ne denli vakit geçirirse, onu o kadar iyi tanıma şansınız olur.
- Kendi mecranızda kullanıcı deneyimini iyileştirebilirsiniz ancak sosyal medyada böyle bir şansınız yoktur.
- Sosyal medya mecraları bazen bugün var yarın yok. Vine, Friendfeed ve nicelerinin ruhlarına el fatiha… Oysa ki mecranızın kalıcılığı tamamen size bağlı, yapacağınız yatırımlarda ya da üreteceğiniz projelerde bu gücü hatırlamak önemli olabilir.