Şişkinlikten kurtulmanın yolu: Az az sık sık yazmak

Gelmiş geçmiş en tartışmalı sorun(sal): “Görerek mi, okuyarak/duyarak mı yoksa deneyerek mi öğreniriz?”…

Genellikle, öğrenim deneyimlerimizi bu üçlüden en az ikisini ya da tamamını kullanarak oluşturuyoruz. Ancak, bahsettiğimiz öğrenme eylemi, kimi zaman fiziksel güç gerektiren bir eylem de içerebiliyor ya da doğrudan bu eylemin kendisine dönüşebiliyor. Bu gibi durumlarda, görerek öğrenmektense deneyerek öğrenmek, yani bedensellik ağır basıyor; yemek yapmayı öğrenmek, yazı yazmayı öğrenmek, dans etmeyi öğrenmek vb.

Kaynak : degenerateartstream.blogspot.nl

Tüm bu gündelik pratiklerden yola çıkarak, sahne üstündeki çalışmalarını geliştiren Meyerhold’un biyo-mekanik oyunculuk esasları ile öğrenme sürecinde temas eden noktalara hızlıca bir bakıp asıl konumuza gelelim. Meyerhold der ki: Benim oyuncum dekoru süsü püsü bıraksın, hareketlerine odaklansın. Duygulardan önce, bedeninin hareketleri kavrayışını ve hareketlerin kendisini öğrensin ki daha sonra kendine verilecek karakterlerin ya da durumların gerektirdiği hareketleri kavrayabilsin. Bisiklete bindiniz, öğrendiniz, süper. Ancak, işe giden bir postacıyı oynarken nasıl bir yol izlemeniz gerekli? Yalnızca hareketlerini izleyerek postacı olunabilir mi? (ya da postacı rolü oynanabilir mi?) Tıpkı gündelik hayatta kullandığımız “dil” gibi bedenimiz için de bir dil yaratmak ya da var olan dili keşfetmek, peki nasıl?

En çok yazan mı en çok düşünen mi?

Görsel: Livana Koznesoff

Bir oyuncu değil, bir yazar olarak masaya oturduğumuzda; kalemi tutma, hareket ettirme ya da kullanmadığımız anlarda bekletme, hareket seçimlerinin tümünü bizim hareket iskeletimiz olarak düşünebiliriz. Yani her hareket bütününün bir iskeleti olduğunu farz edelim. Hangi hareketleri, nasıl yaptığımız, onları ne sıklıkla tekrar ettiğimizle doğru orantılı ilerliyor. Bu hareket seçimleri ise zamanla  “alışkanlıklarımızı” belirliyor. Söz konusu yazı olduğunda da, hem hız kazanmak hem de yaratıcı kalabilmek için önerilen ise neyle ilgili olursa olsun her gün mutlaka tek kelime olsa dahi yazmak gerektiği. Peki, düzenli olarak tekrar edilen yazma eylemi, zihnimizdeki “hareket iskeletini” gerçekten geliştiriyor mu?

Elmayı armuttan ayırdık ama…

Sık sık yazmak, yazma eylemine hem bedensel hem de zihinsel anlamda katkıda bulunuyor ancak bu antrenman her zaman aynı kalitede yazacağınız anlamına ne yazık ki gelmiyor. İnatla sürdürülen yazı antrenmanları olsa olsa yazma hevesinizi kamçılıyor ya da bir şey yazmaya maruz bırakıldığınızdan mevcut sınırlarınızı zorlamanız için size minik ve tatlı bahaneler sunuyor. Bir alışkanlığı hayatınızdan çıkarmak istediğinizde, onu yeni ve alternatif bir alışkanlıkla alt etmek istersiniz. Alışkanlıklar işte tam da böyle inşa edilir ve genelde üzerine çok da düşünülmez. Fakat yazı için durum biraz farklılık gösteriyor. Yazma eylemi kasıt ve daha önemlisi yorum içerdiğinden, alışkanlıktan ziyade bir rutin haline gelmek durumunda kalıyor. Çünkü alışkanlık ve rutinin arasında, sanılanın aksine büyük bir fark bulunmakta.

Stanford Üniversitesi’ndeki pek zeki insanlar, araştırmacılar, alışkanlıkların otomatik olarak geliştiğini ve ilerlediğini söylüyor. Bisiklete binmek, merdiven çıkmak ya da yürümek gibi.  Bu nedenle alışkanlıkların aslında kafa yormakla pek de alakası yok. Tıpkı Meyerhold’un sahnesinde oyuncusundan beklediği gibi. Alışkanlıklar birçok şeyin gerçekleştirilmesini kolaylaştırır ancak karar ya da düşünce içermediklerinden davranışı geliştirmezler. Ünlü şair ve edebiyat eleştirmeni Wystan Hugh Auden der ki: “Zeki bir adamın rutini, onun ihtirasına işaret eder.” Ekstra enerji ya da zaman harcamamız gereken konularla ilgili bizleri motive eden rutinlerimiz, aynı zamanda var olan ancak kullanmaya üşendiğimiz süper gücümüzü hatırlatır. Sevdiğiniz şeyi yapmak için bir rutine ihtiyaç duyar mısınız? Sanmıyoruz.

Yazının trafiği

Düzenli olarak yazmak, size mutluluk getirebilir ancak bir amaç doğrultusunda masaya oturduğunuzda, sonuç bir şaheserden ziyade ufak karalamalar olur. (Aksi olduğu pek nadir anları es geçiyoruz.) Ancak bir amaç doğrultusunda yazmak; bir şeyi bitirmek, bir fikri ya da projeyi kağıda dökmek gibi maksatlı yazı eylemleri alışkanlıkları dışarıda bırakıyor ve sıkı bir rutini zorunlu kılıyor. İşte tam da bu nedenle varış noktanızı iyi belirlemeniz gerekli. Bu size daha sistemli çalışmayı, yazınızı bir program dahilinde sürdürmeyi öğretecek ve hedefinize daha acısız bir şekilde ulaşmanızı sağlayacak.

Yazma rutininizi geliştirmek için ilk adımınız kendi zaman planlamanızı yaratmak olmalı. Her gün trafiği düzenleyen trafik ışıklarından yardım alabilirsiniz. Bir hafta içerisindeki günlerinizden oluşan ufak bir cetvel oluşturun. Tıpkı trafik ışıklarında olduğu gibi burada da 3 renginiz olacak, kırmızı, sarı ve yeşil.

Hop kırmızı:

Tek yapmanız gereken, kesinlikle çalışamadığınız saatleri, yani yazıyla bağlarınızın isteyerek ya da istemeyerek tamamen koptuğu uyku, yemek gibi anları kırmızıyla işaretleyin. Ve tamamdır, artık bu zamanları unutabilirsiniz. Ekstra bir durum olmadıkça, bu alanlar sizin yazı yazmamanız gereken, ölü zamanlarınız olacak.

Geçmeli mi geçmemeli mi:

İkinci alanlarınız ise sarı alanlar, etrafınızda konsantrasyonunuzu bozabilecek ufak tefek unsurların olduğu ancak verimli kullandığınızda işinize yarayacak potansiyel zamanlarınız. Bu zaman dilimlerinde sıfırdan yazmak yerine, eski yazılarınız üzerinden geçebilir, düzenlemeler yapabilir ya da notlar alabilirsiniz.

Yeşil yanıyor, kornaya değil gaza basın

Ve sonunda, fikirlerinizle baş başa kalabileceğiniz yeşil alanlar. Yazmak için doğru zamanı aramadığınız ya da yazma rutinini oturmaya çalıştığınız zamanlar değil, oturup sadece yazdığınız zamanlardan söz ediyoruz. Ne zaman yazmayacağınızı bildiğinizden artık ne zaman yazabileceğinizden eminsiniz, hem de oyalanmaya mahal olmadan. Yeşil alanlarınızı kendinize saklamayın; arkadaşlarınız, aileniz ya da yakın çevrenizin bu alanlardan haberdar olmasını sağlayın. Böylece bu alanların sizin için ne denli değerli olduğunu anlatmanız kolaylaşacak ve dikkatinizi dağıtacak herhangi bir şeyin (telefon, mesaj ya da kapının çalınması) önüne geçmiş olacaksınız.

Özetle, evet %100 çalışıyor, bilim adamları öneriyor. Planlayın, uygulayın ve en önemlisi rutininizi sevin.