Yokuşlu günler

Contentus yokuşlu günlerin bitmesini diler. 10 parmağınızı birden çıtlatarak yazımızı okumaya başlayabilirsiniz. Çıtlatmak zararlı değilmiş zaten.

coping

                                 Görsel: Nicole Eisenman, Coping

                                       (Bu yazıyı Sabahattin Ali için yazdık.)

Şimdi yazarların da buhranı bir başka oluyor yahu. Aklımıza kazınan tüm bilgileri bir süzgeçten geçirmek olsun, dikkatimizi çeken her cümlenin tekrar aklımıza gelmesi olsun türlü türlü yorgunluklarla uğraşıyoruz. Yazar kafası zordur. Durmak bilmez. O yüzden bazı sahne ve bilgileri tekrar ele alalım, yaşadığımız buhrana bir tanım bulalım istedik. Bunları düşünerek daha iyi, daha sağlıklı bireyler olabiliyoruz. Bir arada sunalım, rehber olsun.

Ne Westworld’dü ama?

Dizinin bir yerinde robotlara yardım eden Felix’e edilen bir laf var. Felix’in içi temiz, meraklı, her şeye şans vermeyi seviyor. Robot da ona diyor ki: “Ah, Felix! Ne kadar kötü bir insansın! Bunu bir iltifat olarak söylüyorum.” Bazı dürüst içerikler gibi bu sahne günlerce zihnimizde dönecek. Yeni bir şey anlatmıyor ama bazı günler, eskinin, çoktan öğrenilen bir şeyin akılda kalması insanı ayakta tutabiliyor.

Bu yalnızlıkla ne yapacağız?

Nuri Bilge Ceylan, Altın Portakal almaya pijamayla giden yönetmenimiz, Cannes’da Quentin Tarantino’nun elinden ödül alan dahi insan, film çekmeye nasıl başlamış biliyor musunuz? Tuttuğu her şey elinde kalmış. Bütün konuşmalardan sıkılmış. Oturmuş, düşünmüş ve sormuş: “Ben bu yalnızlıkla ne yapacağım?” demiş ve film çekmeye başlamış.

Kış Uykusu’nun efsanevi kahvaltı sahnesinin kamera arkasında, oyunculara laf anlatmaya çalışırken hala bu soruyu sorduğunu görebilirsiniz. Üstelik oyuncu dediğimiz insanlar da Demet Akbağ, Melisa Sözen ve Haluk Bilginer! (Yoksa siz Haluk Bilginer’i hala övmediniz mi?)

Şu minimalizm yalanını ne güzel yere sermiştik. Şimdi minimalizmin doğru haliyle ilgili size bir şeyler anlatacağız. Minimalizm beyazlık ve boşluk değil de duygunun da biçimin de daha az yaşandığı bir akım. Yani hislerde sadelik ve bunu hissettiren eserler. “Telegram yeni bir şey yapmış, bembeyaz sayfa. Adı da Telegraph, yazıyorsun ve yayınlıyorsun. Çok iyi ya! Ne kadar az o kadar iyi!” gibi diyaloglara haiz olduk. Evet, Telegraph gerçekten de aşırı kolay kullanımlı ve sadeliği mükemmel yansıtan bir şey sunuyor ve nedeni de tam olarak belirlenemedi (kısaca ne işe yaradığını kimse anlamadı). Fakat biz kendi kendimize bunu yapamazken, bunu yapan uygulama ve tasarımlara olan hayranlığımız neden? Biz bu yalnızlığı ne yapacağız? Yalnızlık da sadeleştirilebilir mi?

telegram

Sade yalnızlıklar

“İnsanlar kendilerini öyle yalnız ve terk edilmiş hissediyorlar ki tutunabilecekleri daha büyük ve güçlü bir şeye gereksinim duyuyorlar. Köpekler yeterli değil artık, insanların fillere ihtiyacı var.” 1956’da Romain Gary tarafından yazılan Cennetin Kökleri kitabından aldığımız bu laf, sadelikten çok uzak bir yalnızlıktan bahsediyor. Bir file sarılmak elbette tüm sıkıntılardan arınmamızı sağlar ama o da başka bir abartıyı beraberinde getirecek. “Sevinç! Buna inanabiliyor musun? Bir file sarıldım!” Tatlı Hayat sahnesi gibi… Oysa biz daha hala dizlerinin üstünde yürüyen Küçük Hüsamettin saflığında, olana bitene idrak yetiştiremiyoruz. Kendisini hatırlamayan varsa burada görebilir.

Biz de yalnızlığı sadeleştirebiliriz

“Yine var oluş dimdik yokuş” diyen Korhan Futacı sağ olsun, esas derdi hatırlıyoruz Yani yokuşlu günleri de kendi kendimize seçiyoruz. Yalnızlığı sadeleştirebiliriz. Bazı akımların peşine takılmaya gerek de yok bunu yapmak için. Hiçbir kavram tanımına tutunmayın. Yaşadığınız ve elinizde olan tek şey şu an. Size bu anı tekrar yaşama şansı verilseydi, şu an yaptığınızı mı yapardınız diye kendinize sorun. Daha iyi bir insan olacaksınız. (Bunu da About Time filminden öğrendiğimizden beri uyguluyoruz. Çok iyi geliyor.)


Önce bunu gördük:

always be nice

Sonra da tahtamıza bunu yaptık:

çemkirme

 

Her şeyi birbirine bağlama sanatı. (Aşırı eğlenceli)

Hissiz içerikler atlasını daha önce eleştirmiş, güzel örneklerle anlatmaya çalışmıştık. Fakat artık insanların hissizliğe ve kendilerine dokunmayan içeriklere tahammülü kalmadı. Zaten sokakta primat gibi gezen hedef kitlenize kendini iyi hissettirecek şeyler sunmak için çok doğru bir zaman. Toplumsal buhranı avantaja çevirmekten bahsetmiyoruz bu arada, buhrandan birlikte çıkmaktan bahsediyoruz. Bazı şeylere devam etmenin sıkıntısının içine yerleşmek yerine bazı şeyleri heyecanlanarak yapmak ve okuyucuları, seslendiğiniz herkesi de bu heyecana katmak gerekiyor. Tabii ki de bir bardak satıcısının gidip kuzey ormanları hakkında bir içerik hazırlamasından bahsetmiyoruz. Unutmayın, kafanızın içinde her şeyi birbirine bağlayabiliyorsunuz. Bunu içeriklerde de yapabilirsiniz. Ya da biz iyi yapıyoruz. Bize söyleyebilirsiniz.


Yokuşun başında da sizi bu bekliyor: