Bilirsiniz, yazarlar duygusal insanlardır. İnanılmaz güzel tespitler yapıp, duygu yüklü betimlemeleriyle aşırı anlamlı şeyler söylerler. Ne söylediklerini anlamıyor musunuz? Yapacak bir şey yok, çabalayın.
Bu kadar hassas olduğumuz toplumca kabul görülüyorsa, çabuk kırıldığımızı fark edip elinizi omzumuza babacan tavırlarla pot pot vurmak geliyorsa içinizden, bizimle dertleşirsiniz de.
Bakın, bir yazarın burnunun kemiğini acıtan meseleler var. Bu insanlar sıkıntılı günler yaşıyor. Her gördükleri metinlerde dil hatalarına kahroluyorlar mesela. Yeni nesilden çok şey bekliyor, insanların iyi kitaplar okumasını istiyorlar. Üzülecek o kadar çok şey çarpıyor ki gözlerine… “Senin de derdin bu mu?” denilecek her şeyi dert ediyorlar. Bunlardan en güçlüsü, kötü blog denemeleri.
Yazı yeteneğinizi keşfettiniz, enginlere sığmadınız taştınız ve bir blog açtınız. Yazma yeteneğinizi birileriyle paylaşıp, ilgi alanınız hakkında güzel şeyler yazmaya karar verdiniz. Hedef kitlenizi merak ettiniz. O halde blog yazarken yapmanız gereken şeylerin olduğunu fark etme zamanı geldi. Ama inanın yapmamanız gereken şeyler daha fazla. Çünkü bazı hareketler okuyucuya acı çektirebilir. Okuyucunuzla iyi geçinmek için blog yazarken bazı şeyleri aklınızdan bile geçirmemeye çalışsanız harika olur.
ÖSS’deymişçesine aşırı uzun paragraf
ÖSS’de (Biz hala ÖSS diyoruz ve yaşımızı ele veriyoruz.) göz göze geldiğimiz o uzun paragrafları düşünün. Paragrafın ortasındayken cümlenin sonunu unuttuğumuz anlar. Tam cümle bitecekken aklımıza çok başka şeylerin gelmesi gibi durumlar. ÖSYM’nin olayı bu. Karışık cümlelere yüz vermeyen doktorlar, ziraat mühendisleri falan yetiştirmek. Gün gelir, bilinç altımıza attığımız Türkçe sorularının sıkıcılığı, o sonu gelmeyen bir paragrafta asi tavırlar gösterir. O bilincin altından çıkıverir. Bizce insanlara bunu yaşatmak istemezsiniz. Kısa paragraflar iyidir. Anlatacaklarınızı kısacık cümlelerle anlatabilirseniz (ki bu gerçekten zordur.) ne ala.
Aferin görsel çok güzel ama bir daha yapma
En az yazının başlığı kadar önemli bir şey varsa o da kesinlikle görsel seçimi. Biz bu konuda çok yaralar aldık. Kalbimizde bir yara daha açılmasın diye, “Tipsiz içeriklere çeki düzen vermece” yazımızda derdimizi anlatmıştık. Bir kez daha üzerinden geçelim. Kocaman bir ürün fotoğrafı, el sıkışan aşırı beyaz dişlere sahip beyaz yakalılar, konuyla yolda karşılaşmış havası veren, içeriğe yabancı görsellere başarılı blog yazılarında yer olmasın.
Yazıdaki link istilası
Sanıyoruz sadelik hayatın her alanında iyi. İçerikte sadelik çok daha güzel. Okuyucuyu başka diyarlara yollayan link kullanımı tabii ki gerekli. Üstteki başlıkta bir link verdiğimizi görmüştünüz. Hiç kullanmayın demiyoruz. Fakat bir noktalama işareti havasında kullanılan o aşırı linklemeler, kesinlikle sempatik değiller. Google’ın aradığımız içeriğe çabuk ulaşmamız için sağladığı bu kolaylık neden maviş maviş kelime görünümleriyle bize ıstırap olsun?
“Merhaba ben SEO için yazıldım!”
SEO doğru kullanıldığında mucizeler yaratan, sizi popülerleştiren mükemmel bir şey. Eh kendisini içerikten koparmamız mümkün değil. SEO uyumlu yazılar yazayım derken içeriğe bunu çok fazla belli etmek ayıp değil mi? Ayıp bir şey bu. SEO’ya uyum sağlamak için soluk soluğa kalan içerik, bir zaman sonra bu işe bozulmayacak mı? Bozulacak. Ortalığı karıştırmaya gerek yok. Dememiz o ki, SEO kaygısını çok fazla içeriğe yansıtmamakta yarar var.