Kelimeler, albayım, bazı anlamlara geliyor

Zeki-Müren

Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar romanının belki de en ünlü cümlelerinden biridir “Kelimeler, albayım, bazı anlamlara gelmiyor.” Dilin bazı duyguları, insanın içini yiyen vıdı vıdılarını anlatmakta yetersiz olduğu hissini hepimiz yaşamışızdır. Kimi zaman boğaza çöreklenen bir yumru, kimi zaman bir telaş, bazen de “Ama yani daha fazlası, bu değil, daha fazlası.” hissi.

Peki iş, işe dönüşünce ne oluyor? Yani şu kelime işi. Markalar için içerik stratejisi oluştururken hedef kitle analizi, marka hikayesi, markanın amacı derken iş yine geliyor dayanıyor kelimelere. Ya da biz işte, kelimelere dayanamıyoruz. “Anahtar kelime” denen bir şey var, bu işin SEO kısmı var, Google’ı var, üst sayfalara çıkma telaşı var. Tamam bunlar var ama asıl mesele “Sen ne anlatıyorsun kardeşim?”

“Benim derdim çok basit, ben ürünlerimi veya hizmetlerimi müşteriye ulaştırmak istiyorum” diyen bir marka çok samimi bir markadır. “Ben müşteriler beni çok sevsinler istiyorum ama hala gidip onlara sevmeyecekleri şekilde ürünlerimi veya hizmetlerimi götürüyorum.” diyen bir marka ise “Hadi yine iyi, en azından nerede hata yaptığını biliyor.” diyeceğimiz bir markadır. Bir de ne istediğini bilmeyen markalar var ki “Bak marka, şunu şöyle yaparsan şu şekilde bir reaksiyon alırsın.” ya da “Ey marka, bunu böyle yapma, onu yapan çok marka var.” dediğinde “Tamam biz zaten çok yaratıcı şeyler istiyoruz, siz bize süper fikirler ve içeriklerle dönün.” deyip, gidip yine klişeleşmiş içerik pazarlama stratejileri ile “Hadi şöyle yapalım biz en iyisi” derler ve sizi boğarlar. İçerik stratejisi oluşturma, marka ile yapılan ilk toplantıda başlar. Kalbe dolan o ilk bakış…

Ne diyorduk albayım, evet kelimeler… İçerik mevzusunun giderek önemli bir hale gelmesi bile bir şeyleri açıklıyor. Hedef kitle için özel anlamlara gelen, onlara dokunan içeriklerin paylaşılması, “Neeey böyle para geliyor mu yani?” diyen markaları da içerik ajanslarına yönlendiriyor. Yönlendiniz, geldiniz, hoş gelin. Burada konu, bu anahtar kelimelerle hangi kapıları açabileceğiniz, hangi kapıları ne kadar zorlasanız da açamayacağınızı bilmeniz. İşte işi bilenlerin yaptıkları da bu, doğru kelimelerle, doğru stratejilerle insanları, ay pardon müşterileri yakalamak. Kim “Beni sev, beni sev!” diye çırpınan birini gönül rahatlığıyla sever ki? Kısacası sevemez kimse sizi, bizim sevdiğimiz kadar.