Bana beni göster, yani aslında görmek istediğimi

Be_Yourself_by_Dianae

Instagram ayakları, selfie’ler, check-in’ler, fotoğraf rötuşlama programları, kes-kırp-kolajla, merhaba. Birçok yerde bahsediliyor, çoğu zaman bir eleştiri, kimi zaman çağın hastalığı, bazen de “Ama bir dakika önce bir anlayalım.” tarzında sosyal medya kullanımı ve paylaşımlarının nasıl olduğu. Nasıl mı peki? Neden “like”lamadınız?

Hepimiz biliyoruz; tanıdığımız, okulda, iş yerinde, akraba yemeklerinde gördüğümüz kişilerin sosyal medyadaki fotoğraflarındaki kadar güzel/cool/çılgın/entel olmadıklarını. Ya da bilmem kimle ilişkisi var yazan insanların mutlu ve çılgın fotoğraflarının aksine gayet düz, sıradan ya da sıkıcı ilişkileri olduğunu. Ünlülerin ünlerine ün kattıkları, “normal” vatandaşların kısmen “az ünlü” mertebesine ulaştıkları sosyal medyada herkes (evet sen de) kendini görmek istediğin kişi olarak gösteriyor. Bu kadar da normal bir şey yok sonuçta, bak mankenlerin fotoğraflarına hepsi photoshop’lu! “Neden özel hayatını herkes görsün istiyorsun, profil fotoğrafın ya da okuduğun kitapları artık illallah ettiğimiz çay bardaklarıyla çektiğin sepya fotoğrafların “like”lanınca ne oluyor?” soruları sürekli sorulsa da burada değiliz artık, konu bu değil. Çay konusunda söyleyecek bir şey yok ama gerçekten, çay ve samimiyet ve romantizm kombinasyonlarından uzak duralım artık bir zahmet.

Bu mevzuyu markalara ve içerik pazarlama olayına bağlamadan önce söylenmesi gereken bir şey daha var: Nesin ki gerçekten? Kim gerçekten nasıl olduğunu nereden biliyor? Göğüs ve popo dışarıda yüklenen fotoğraf senin ne olmak istediğini gösteriyor ki bu da sana ait bir şey. Ayrıca özellikle o pozu verdiğin, fotoğraf filtreleriyle sivilceli yüzünü pürüzsüzleştirdiğin de herkes tarafından biliniyor. Herkes kendi yüklediği fotoğrafların aslında kendisine o kadar da benzemediğini biliyor çünkü. Ne çıkarabiliriz o zaman bu konudan? İnsanlar olmak istediği şekli, şemali, tarzı, hayatı, kişiyi gösteriyor bize. Aslında her zamanki gibi, ama sosyal medya sayesinde, erişilebilirlik, paylaşım arttığı için bu sanki yeni bir şeymiş gibi çemkiriyor bazı insanlar. İyi o zaman, dışarıya da pijamayla çıkalım, saç taramak yalan olsun, “Yataktan çıktığında saçın böyle değildi ama” densin falan. O kadar da değil ama işte ne kadar?

Samimiyet” kardeşim, asıl mesele bu

Markalar da müşteriye nasıl hitap edecekleri ile ilgili fikirlere bu kanala girerek ulaşabilirler. “Samimi içerik” denen olayın patlamasının asıl nedeni bu. “Benim arkadaşlarımla konuştuğum, sosyal medyada paylaştığım, beğendiğim şeylerle bana gel” diyen insanlar için yeni, yaratıcı, samimi içerik paylaşma derdine düşen markalar ses getiriyor. Ama bu da tıpkı bazı insanların kendi profillerinin kolpa durması gibi bazı markaları da rezil ediyor. Çünkü sen aslında e-ticaret sitende yazdığı gibi “Hızlı kargo servisi” vermiyorsun marka. Ya da sen web sitende yazdığı gibi “Kreatif” bir ekibe sahip değilsin. Öyle olunca iyi oluyor diye yazmışsın güzel ama öyle gözükünce değil; gerçekten öyle olunca iyi oluyor. “Siz bizim için çok değerlisiniz.” diye yazmakla değil, ürün/hizmetle gerçekten müşteriye değer vermekle seviliyorsun. Ki asıl mesele sevgi değil mi zaten? Sevilmek, beğenilmek, onaylanmak… Satış yapmak için sempatik olmaya çalışmak, ama aslında içinde onlarca yıldır uyuklayan ve yönetimi elden bırakmamak için orada olan bir yöneticinin olması, çocuk taklidi yaparak konuşan ama pahalı hediyeler dışında hiçbir yaşama sevinci belirtisi göstermeyen kızlar gibi itici oluyor. Cinsiyetçilik yapmıyoruz burada bu arada, örnek veriyoruz.

Yani aslında kişilerde olduğu gibi markalarda da sosyal medya yüzünden bir ego patlaması yaşanıyor. Tamam egon olsun, iddian olsun ama altı boş olunca hiç hoş olmuyor. Olmak istenilen şeklin şemalin belirlenmesi iyi bir şey, insanlarda olduğu gibi marka için de hedeflerine yönelik bir ipucu bu ama tanıyan gören çıkar, çok da fazla uçmamak lazım.