“Evet, linç, bir tür savaştı. Çoğunluğun azınlığa karşı açtığı bir savaş. Tek olana karşı verilen bir savaş. Her şeyin olduğu gibi elbette bunun da bir Latincesi vardı: Bellum omnium contra unum” Hakan Günday bundan önce de anlamlı cümleler kuruyor, “Teklik kavramı bir buluş, bir mucizeydi. Sonunda, herkesin herkesle savaşma ihtimalini, herkesin tek kişiye karşı savaşması gerektiğini savunarak (onları/onu) sonsuza kadar ortadan kaldırabilirdik.”
Günlerce üzerinde konuşulacak bir şey belki de ama kısaca üzerinden geçelim; suçlu belirlenip onu zayıflatarak büyük bir yığının onu suçlaması, darp etmesi, hakaret etmesi ve bir şekilde etkisiz hale getirmesidir linç kültürü. Toplumların belki de en kolay kabul edip bağrına bastığı bu kültür(!) yüksek olan sesin yanında durmak, tek başına mücadele etmeyip, alev topunun kıvılcımı olmaktır. Linç bireyi, boğazına kadar nefretle dolmuştur ve bir alev topuna dönüşmek için çakılacak çakmağı bekler. Tüm kuvvetiyle gürlerken, linç edilenin en yakılası yerlerini hedef almaya çalışır. Evet, o bir birey değildir fakat kalabalıktan güç alarak en çok onun sesi çıkmalı, belki kaosu yönetmeli, yeni kaoslar yaratmalıdır. “Daha da vurun, en çok vurun!” seslerinden başka her cümleye çevrimdışı olabilir. Linç, duyarsızlıktan gelen fazla duyarlılık, hırs, sinir ister. Tek istemediği şey ise kalp ve biraz beyindir.
Önceden Amerikalı şimdi dünyalı
Bu linç muhabbeti tabii ki Amerika’nın oyunu. İlk olarak linç vakası 18.yüzyılda Amerika’da görülmüş. Hatta ismi Charles Lynch’den gelmiş. Frank Shay, 1938 yılında Yargıç Lynch’i anlatmaya şu sözlerle başlar: “Bugün linç, elmalı turta kadar Amerikalıdır.” Batının iyi taraflarını alın diye boşuna söylemişiz gibi bu kültüre tüm dünya bir anda sahip çıkıvermiş. Dünya son yıllarda linç deyince Kaddafi’yi hatırlıyor. Ama Türkiye’de bunun dışında boğazımızı düğümleyen olaylar da yaşanmadı değil…
Az önce linç kültürüne tüm dünyanın sahip çıktığını söyledik. Bunu söylerken aklımızın bir köşesinde internet vardı. Linçler artık eskisi gibi kanlı olmuyor cancağızım. İnatçı lekeler bırakmadan linç etmek de mümkün. Bu öyle bir linç ki, bir günde binlercesi yapılıyor. Sürekli büyüyen öfkeli bir kalabalık, bir hedef ve bum! Ortada sadece linç yapanın zaferi, linçe uğrayanın artık hiçbir şeyi var.
Geçtiğimiz aylarda bir Kürk Mantolu Madonna olayını hatırlıyoruz. Ortada biraz da komik (Bakın asla sempatik değil, komik. Biz de üzüldük.) sayılacak bir yanlışlık, bir anda kitap kurtlarının uluyuşları ve acımasızca ısırık girişimleri. Ve bunu izleyen olaylar… Kitapseverlerin (!) Sabahattin Ali’nin eserinin bilinmemesinden ve bunun aksini iddia edilmesinden dolayı ‘tanrılar kan istiyor.’ olayına girişivermesi ne kadar şaşırttıysa, yapılan yorumların genel tavrı hayrete de düşürmedi. Çünkü alıştığımızı hatta zaman zaman onların içinde bile bulunduğumuzu hissediyorduk.
Şişman bir kız,
Çirkin olduğu düşünülen bir kadın,
Sivilceli bir çocuk,
Farklı kültürden bir sanatçı,
Alışılmadık açıklamalar yapan ünlü,
Köylü,
Zengin,
Hatta bir ölü…
Birbirlerini hiç dinlemeyen bir grubun içine düştü. Ne yapacağını bilemedi. İnsanların ne kadar sinirli olabileceğinin gerçek yüzüne merhaba derken, psikolojisine güle güle dedi.
Ya markalar?
Peki, bu kültürden markalar da nasibi almıyor mudur sizce? Birileri nedense çok sinirli. En az onun kadar sinirli bir gruba girmekte hiç zorluk çekmiyorlar zira. Bunun için bin bir emeklerle oluşturduğunuz bir kampanya, hedef kitlenizle bir şeyler paylaşmak istediğiniz için yayınladığınız ve üzerine hiç düşünmediğiniz bir sosyal medya postu, gözlerini kapayıp yumruklarını sallayan bir grubun içinde hiç olabilir. Hiç olsa yine iyi. Günlerce uykularınızı kaçıracak bir kaosun baş karakteri olabilirsiniz.
Burada toplumun kutsalına, ahlak değerine, incindiği yerlere dokunmamak bir önlem elbette. Hatta önlem değil, etik zorunluluk. Bunu hiç tartışmayacağız. Fakat internetin, “klavyesi olan konuşuyor” bir yer olduğunu unutmamak gerek. Bunun için dikkatle oluşturduğunuz hitap şekli ve dil hassasiyetinizin yanına bir de kriz yönetimini iliştirmeyi unutmayın.
Sevgiyle Kalın.