Birer içerik olarak kentler

Birkaç yıl öncesine kadar pek çoğumuz – kuramsal olarak araştırma yapanlar ya da doğrudan proje üretenler dışında – bu “Kentsel Dönüşüm” adını duymamıştık. Ya da günlük hayatımızda konuştuğumuz konular arasında yer almazdı “Hüseyin Abilerin ev de kentsel dönüşüm yüzünden yenilenecekmiş” falan diye. Ama artık son zamanlarda yaşanılan toplumsal hareketler başta olmak üzere internet ve sosyal medyanın gücü sayesinde az çok hepimiz biliyoruz “Kentsel Dönüşüm”, “Kamusal Alan” gibi kavramların neler içerdiğini.

big city life

Bu kavramlardan hareketle “kent” kavramına doğrudan “içerik”; “Kentsel Dönüşüm” mevzusuna da “İçerik Pazarlama” türü olarak yaklaşabilir miyiz acaba? Deneyelim.

“Kent” nedir bir kere, nasıl tanımlanır? Belli bir nüfus sayısına göre bir yerin “kent” olarak kabul edilmesi ne kadar doğru? Ama zaten bizim işimiz sayılarla değil; kelimelerle olduğundan sosyolojiden yardım alacağız. “Kent” hakkında pek çok farklı görüş bildirilmiş olsa da genel olarak, birbirinden farklılık gösteren bireylerin bir arada yaşadığı, bireysellikten çıkıp toplumsal bir yapının kurulduğu, en önemlisi de mekanın toplumla toplumun mekanla birlikte değiştiği, geliştiği yaşayan bir kavramdır kent. Her bir kentin kendine özgü bir kimliği, duruşu, dokusu vardır. Bu doku tarihle, toplumsal bellekle, kentin mimarisiyle yani içerdiği her şeyle bir bütün olarak kazanılmıştır. Şimdi “kent”i neden “içerik”le bağdaştırabileceğimizi açıklayabiliriz. “İçerik” dediğimiz şey, uyandırmak istediğimiz algı, düşündürtmek istediğimiz fikirdir. Tıpkı İstanbul dendiğinde kafamızda oluşan ilk algıyla Paris dendiğinde aklımıza gelenlerin farklı olduğu gibi, markaların yarattığı içerikler de kendi marka algılarını ve hikayelerini oluşturduğundan hep farklı ve özgündür. Ya da öyle olmalıdır diyelim çünkü tıpkı “Kentsel Dönüşüm” adı altına kentlerin kendilerine özgü bu toplumsal belleğinin yok edilip kent algısına zarar verildiği gibi kötü içerik pazarlama örnekleri de markaların itibarını ve imajını zedeleyebiliyor.

Markalar da kentler gibi zamanla kendilerine özel bir yer edinirler, yaşanmışlıklarla. Yıllardır “Özgür, iddialı, cesur” kavramlarıyla imajını oluşturmuş Nike’tan, “Herkes için ekonomik çözümler” tarzında içeriklerle insanlara seslenmesini bekleyemezsiniz mesela. Tıpkı yüz yıllardır farklı etnik kökene sahip insanların yaşayıp iz bıraktığı bir kentin o yıllardan kalma mimarilerinin yanına uzay üssüne benzer alışveriş merkezleri dikmek gibi bir şey olur bu.

Önemli olan markanın kimliğini bozmadan yeni şeyler söyleyebilmek, işte içerik pazarlamasının asıl işi.

Şu da değil mesela: Komik içerikler şimdi moda diye sunduğu hizmet/ürün ve vizyon dahil hiçbir şeyi komik olmayan markaların böyle bir çaba içine girmesi. Sektöründen hedef kitlene göre değişir çünkü üslubun. İşte “Kentsel Dönüşüm” adı altında yapılan baş döndürücü “modern” yapılar ve o kentte nasıl durduğuna hiç bakılmaması gibi.

İçerik böyle bir şey işte, her an her yerde, hayatın her alanında olan bir şey aslında. Başkasına sunulan her şey bir şeyler içeriyorken bu şeylere içerlememek değil mi asıl konu?